9. Yargı “torbasında” 6284’ü hedef alan değişiklikler yapılacak
30Mayıs2024,Perşembe
6284 Sayılı Yasa’nın içini boşaltma girişimleri devam ediyor. Koruma kararına uymayanların uymasını sağlamak için konulmuş olan “zorlama hapsi” zaten çok ender uygulanıyordu; şimdi tamamen uygulanamaz hale getirilecek. Zorlama hapsi ile ilgili hükmün tanık, delil, duruşma, itiraza konu olması yasanın hayati önemdeki “koruma” işlevini fiilen yürürlükten kaldırmak anlamına gelecek. Koruma kararları etkin uygulanmadığı için kadınlar katledilirken yapılan bu teklifin sadece konuşulması bile potansiyel faillere cesaret verecektir.
9. yargı paketinin 33. Maddesi ile 8/3/2012 tarihli VE 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun itiraz başlıklı 9. Maddesinde yer alan “Bu Kanun hükümlerine göre verilen kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir. (2) Hâkim tarafından verilen tedbir kararlarına itiraz üzerine dosya” şeklindeki maddesinin “Bu Kanun hükümlerine göre verilen kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir. (2) Hâkim tarafından verilen kararlara yapılan itiraz üzerine dosya, ” şeklinde değişmesi öngörülmüştür.
Madde değişikliği gerekçesinde kararın uygulanması ile ilgili “bazı tereddütler” olduğu yer alarak zorlama hapsi yoluna da itiraz yolunun açılacağı belirtilmektedir.
Gerekçede şu ifadeler yer almaktadır:
“Danıştay Onuncu Dairesi’nin 27/04/2023 tarihli ve E: 2020/1521; K: 2023/2252 sayılı ilamıyla, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliği’nin “Hâkim tarafından verilen tedbir kararlarına ve zorlama hapsi kararına itiraz” kenar başlıklı 34 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “tedbir kararlarına aykırılık dolayısıyla verilen zorlama hapsi kararlarına karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir.” ibaresi, 6284 sayılı Kanunda zorlama hapsi kararlarına itiraz edilebileceğine ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmadığı gerekçesiyle iptal edilmiştir.” ve “6284 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasında bu Kanun hükümlerine göre verilen kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebileceği hüküm altına alınmış ve kararlar bakımından herhangi bir ayrım gözetilmemiştir. Diğer yandan, itiraz usulünün düzenlendiği maddenin ikinci fıkrasında yer alan “tedbir kararlarına” ibaresinin maddenin kapsamıyla ilgili bazı tereddütlere yer verdiği gözlemlenmiştir.
Düzenlemeyle, 6284 sayılı Kanun kapsamında verilen tedbir kararları ile hâkim tarafından verilen teknik yöntemlerle takip, zorlama hapsi dahil tüm kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebileceği hususu açıklığa kavuşturularak, uygulamada oluşan tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır.”
Ancak bu gerekçede atıfta bulunulan Danıştay Kararında yasada olmayan bir konunun yönetmeliğine konamayacağını söylenerek zorlama hapsine karşı itiraz yolunun kapalı olduğuna hükmedilmiştir.Danıştay Kararında“Anayasa Mahkemesi'nin 28/11/2013 tarihli, E:2013/119 K:2013/141 sayılı kararında; "... Zorlama hapsi, bir suç karşılığı uygulanan ceza değildir. Zorlama hapsi, hukuki niteliği itibariyle tedbir kararına uyma yükümlülüğünü yerine getirmeye zorlayan ve bu yükümlülüğün ihlali halinde öngörülen bir disiplin hapsidir..." ifadelerine yer verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin Danıştay kararında alıntısı yapılan kararında da belirtildiği üzere, zorlama hapsi, hukuki niteliği itibarıyla tedbir kararına uyma yükümlülüğünün ihlali halinde öngörülen bir disiplin hapsidir. Zorlama hapsine itiraz da mahkemelerin yargılama faaliyeti içinde yer alan bir konudur. Bu nedenle, genel anlamda, mahkemelerin yargılama faaliyeti içinde yer alan bir konunun, idari alanın dışında kaldığının ve münhasıran yasa konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
Dava konusu Yönetmeliğin dayanağı olan 6284 sayılı Yasa'nın sistematiğine bakıldığında da, zorlama hapsinin tedbir kararlarına uyulmaması halinde verileceği, daha açık bir ifade ile, sürecin ikinci aşaması olarak düzenlendiği ve Yasa'da zorlama hapsine itiraz yolunun düzenlenmediği görülmektedir… 18/01/2013 tarihli, 28532 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliği"nin 34. maddesinin 1. fıkrasındaki "tedbir kararlarına aykırılık dolayısıyla verilen zorlama hapsi kararlarına karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir." ifadesinin İPTALİNE,” dair karar verilmiştir.
Zorlama hapsi bir suç karşılığı uygulanan ceza ya da hapis cezası olarak nitelendirilmemiştir; tedbir kararına uyma yükümlülüğünü yerine getirmeye zorlamak amaçlanmıştır. Benzer şekildeki tespitler birçok Anayasa Mahkemesi kararında yer almaktadır. Aşağıda bir örneği sunulmuştur:
Anayasa Mahkemesi'nin 28/11/2013 tarihli, E:2013/119 K:2013/141 sayılı kararında; “Anayasa’nın 2. Maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerine ilişkin kurallar, ceza hukukunun temel ilkeleri ile Anayasa'nın konuya ilişkin kurallarına aykırı olmamak kaydıyla, ülkenin sosyal, kültürel yapısı, ahlaki değerleri ve ekonomik hayatın gereksinimleri göz önüne alınarak saptanacak ceza politikasına göre belirlenir. Kanun koyucu, cezalandırma yetkisini kullanırken toplumda hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunun hangi tür ve ölçüdeki ceza yaptırımı ile karşılanacağı, nelerin ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak kabul edilebileceği konularında takdir yetkisine sahiptir. İtiraz konusu kuralda yer alan zorlama hapsi, bir suç karşılığı uygulanan ceza değildir. Zorlama hapsi, hukuki niteliği itibariyle tedbir kararına uyma yükümlülüğünü yerine getirmeye zorlayan ve bu yükümlülüğün ihlali hâlinde öngörülen bir disiplin hapsidir. Bu nedenle zorlama hapsi, bir hapis cezası olmayıp, şiddet uygulayanı tedbirlere uymaya zorlayarak neticesi ağır suçların işlenmesinden önce suçun önlenmesini amaçlayan bir yaptırım olduğundan ceza kavramı dışında değerlendirilmesi gerekir. İtiraz konusu kuralda, zorlama hapsi yaptırımına bağlanan eylem, tedbir kararına uymama eylemi olup tedbir kararına aykırı davranan kişi kamu otoritesi tarafından verilen bir karara aykırı davrandığı için zorlama hapsi yaptırımı ile karşılaşmaktadır. Kişinin tedbir kararına aykırı davranışı, aynı zamanda bir suç oluşturuyor ise bu durum, hukuk düzeninin koruduğu farklı hukuksal menfaatlerin ihlali sonucunu doğuracağından mükerrer cezalandırmadan söz edilemez. Tedbir kararlarının gereklerine uymaya zorlayarak şiddet mağdurunu etkin biçimde korumaya ve Kanun'un amacını gerçekleştirmeye yönelik itiraz konusu kural, kanun koyucunun takdir alanı içerisindedir ve itiraz konusu kuralın hukuk devleti ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.”
Bu karara itiraz ile duruşma açılabilecek, tanıklar dinlenebilecek ve sonuçta 6284 sayılı yasanın “şiddet uygulayanın tedbir kararlarına aykırı şekilde hareket etmesinin önüne geçme ve caydırıcılık sağlama” amacından tamamen uzaklaşılacaktır. Anayasa Mahkemesi de kararlarında zorlama hapsinin amacının şiddet uygulayanı tedbirlere uymaya zorlayarak neticesi ağır suçların işlenmesinden önce suçun önlenmesini amaçlayan bir yaptırım olduğunu değerlendirmiştir. Yine benzer şekilde Anayasa Mahkemesi tarafından “Mahkemenin Verdiği Zorlama Hapsi Kararı Nedeniyle Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edilmediği”ne ilişkin pek çok karar verilmiştir:
Anayasa Mahkemesi Mustafa Karaca (B. No: 2020/15967) başvurusunda, Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan “Mahkemenin Verdiği Zorlama Hapsi Kararı Nedeniyle Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edilmediği”ne karar vermiştir. Anılan karardaAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı 5. Maddesine atıfta bulunarak "(1) Herkes kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahiptir. Aşağıdaki haller dışında ve hukukun öngördüğü bir usule uyulmadıkça, hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:... b) bir kimsenin mahkemenin hukuka uygun bir karara uymaması nedeniyle veya hukukun öngördüğü bir yükümlülüğü yerine getirmesini sağlamak için hukuka uygun olarak gözaltına alınması veya tutulması;..." maddesinin kişinin bir mahkeme tarafından kanuna uygun olarak verilen bir karara uymaması nedeniyle özgürlükten yoksun bırakılmasına izin verdiği tespiti yer almaktadır. Yine Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."şeklindeki 13. Maddesi ve Anayasa’nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı "Şekil ve şartları kanunda gösterilen bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; … halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz." Şeklindeki 19. maddesinin ikinci fıkrasına yer verilmiş ve “söz konusu tutmanın meşru bir amacının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu bağlamda Kanun'un 13. maddesine göre hakkında tedbir kararı verilen kimse -bu kararın gereklerine aykırı hareket etmesi hâlinde- fiili bir suç oluştursa bile ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre hâkim kararıyla üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulacaktır. Söz konusu zorlama hapsi, hukuki niteliği itibarıyla tedbir kararına uyma yükümlülüğünü yerine getirmeye zorlayan ve bu yükümlülüğün ihlali hâlinde öngörülen bir disiplin hapsidir. Zorlama hapsi, tedbir kararlarının gereklerine uymaya zorlayarak şiddet mağdurunu etkin biçimde korumayı amaçlayan bir yaptırımdır (AYM, E.2013/119, K.2013/141, 28/11/2013). Başvurucu da bu hüküm kapsamında mağdur olduğu belirtilen kadını korumak amacıyla bir mahkeme tarafından verilen tedbir kararının gereklerine uymadığı gerekçesiyle ve mahkeme kararının yerine getirilmesini sağlamak amacıyla tutulmuştur. Dolayısıyla başvurucunun tutulmasının meşru amacı bulunmaktadır.”Anayasa Mahkemesi benzer şekilde, 12.01.2023 tarihli Hasan Arslan başvurusunda da zorlama hapsinin kanuni dayanağı ve meşru amacı bulunduğu için kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine dair karar vermiştir. (Hasan Arslan, B. No: 2020/38449,12.01.2023)
Nitekim “koruma kararının geçerli olduğu beş ay içinde darbedilmesine karşı derece mahkemelerince zorlama hapsi talebinin reddedildiği” Başvurucu Ö.T.’nin 2015/16029 Başvuru Numaralı kararında; Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Şeklindeki 17. Maddesine ve Anayasa’nın“Devletin temel amaç ve görevleri, (…) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”Şeklindeki 5. Maddesine yer verilmiş; “Devletin söz konusu pozitif yükümlülüğü, etkili mekanizmalar kurmak bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal prosedürleri sağlamak, bu suretle yargısal ve idari makamların bireylerin idare ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermelerini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir…. 6284 sayılı Kanun’un 13. Maddesine göre hâkim tarafından verilen koruyucu tedbir kararlarının gereklerine aykırı hareket etmesi hâlinde şiddet uygulayana zorlama hapsi uygulanabilir. Zorlama hapsinin getiriliş amacı şiddet uygulayanın tedbir kararlarına aykırı şekilde hareket etmesinin önüne geçmek ve caydırıcılık sağlamaktır.” Haklı tespitleri yer alarak Anayasa’nın 17. Maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine dair karar verilmiştir.
Uluslararası sözleşmeler, yasalar ve yüksek mahkeme kararlarına dayanan bu hükmün ortadan kaldırılması kadınların yaşam haklarına yönelik saldırıdır. Birçok kadın cinayeti koruma kararına rağmen işlenmektedir. Bunun yüzlerce örneği vardır. Çok uzak değil daha geçen sene sistematik şiddet gören, ölüm tehlikesi altındayken evden kaçıp koruma altına alınan kadın, adresi ismi gizli tutulmasına rağmen erkek şiddetine maruz kalmıştır. Çünkü erkek aleyhine uygulanan koruma tedbirlerine ve bu tedbirlerin ihlal edilip zorlama hapsi cezası verilmesine rağmen yakalandığı yerde hapse atılmamış ve itiraz süresinin sonunda da kadını öldürmeye teşebbüs etmiştir. https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/sistematik-siddete-maruz-kalan-sehriban-bilge-cumhuriyete-anlatti-cok-korkuyorum-2026198
Tedbir kararının ihlal edilmesi nedeni ile zorlama hapsinin yargı paketinde öngörüldüğü şekilde düzenlenmesi sonucunda ne olacağı çok nettir. Koruma kararının ihlaline rağmen zorlama hapsi talebi reddedilen ve bunun sonucunda öldürülen ya da şiddet gören çok sayıda kadın var zaten. Koruma kararının ihlaline rağmen zorlama hapsi için mahkeme tarafından duruşma açılarak ve şiddete uğrayan kadının kamera görüntüleri sunmasına rağmen takdir yetkisi çerçevesinde ihlal olmadığına karar verilip öldürülen kadınlar var.https://www.birgun.net/haber/serdar-semiz-isimli-erkek-canan-semiz-i-katletti-defalarca-sikayetci-olmus-419702
EŞİK Platformu olarak; 20.03.2021 tarihli Türkiye’yi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarma konusunda atılan ilk adım olan Cumhurbaşkanı kararının devletin kadına ve çocuklara karşı şiddetle mücadeleden ve evrensel insan hakları hukukundan vazgeçtiğinin ilanı olduğunu defalarca dile getirmiştik. İstanbul Sözleşmesi ve 6284, Doğu’nun ya da Batı’nın icadı değil, kadınların eşitlik ve yaşam hakkı mücadelesinin bir sonucudur; adı üzerinde kadınların canları ile ilgilidir. Günde en az 3 kadının erkek şiddeti neticesinde öldürüldüğünü hatta bu rakamın iyimser kaldığının herkes farkına varmak zorundadır.
Anayasa Mahkemesi kararını hiçe sayarak 9. yargı paketine “anne ve babanın ayrı ayrı soyadı kullanmaları, çocuk üzerinde olumsuz etkiler doğurabileceği” gerekçesiyle kadınların soyadı hakkını gasp edenler bu “sözde” çocukları koruma hassasiyetini şiddet tehdidi altındaki kadınlar ve çocukları için göstermemektedir. Oysaki ev içi şiddet çocukları doğrudan olumsuz etkilendikleri 6284 sayılı kanunun genel gerekçesinde de belirtildiği gibi tartışmasız bir bilimsel gerçektir.
6284 sayılı Kanunun genel gerekçesinde Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)'a ve Komitenin 19 nolu Genel Tavsiye Kararına atıfta bulunarak devletlerin, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermekle yükümlü kılındığı; kadınların insan hak ve temel özgürlüklerinden yararlanılmasını etkisizleştiren ya da ihlal eden cinsiyete dayalı şiddetin İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 inci maddesi anlamında ayrımcılık olduğu belirtilmiş; Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirgesinde kadına yönelik şiddet, "ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayalı bir eylem uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma" şeklinde tanımına yer verilmiştir.
Gerekçede yer alan tespitlere göre: Son yıllarda başta kadınlar olmak üzere kişilere karşı işlenen şiddet olayları toplumumuzu sarsan boyutlara ulaşmıştır. Her geçen gün yaşanan dayak, işkence ve cinayet gibi şiddet olayları görsel ve yazılı basında izlenmektedir. Bu olaylara daha çok kadınlar ve çocuklar maruz kalmaktadırlar. Kadına yönelik şiddet, en yoğun olarak aile içinde yaşanmaktadır. Şiddet; fiziksel, psikolojik, ekonomik açıdan mahrum bırakma ve cinsel şiddet dâhil, çok çeşitli şekillerde görülebilmektedir. Şiddet mağduru kadınlarda, özgüven eksikliği, kimlik sorunu, toplumsal yaşama katılımda ve kendini ifade etmede sorunlar yaşanmaktadır. Diğer yandan şiddet yetersiz beslenmeye, kronik hastalıkların artmasına, geçici ve kalıcı hastalıklara, kronik ağrılara, anne ölümlerine ve intiharlara neden olmaktadır. Şiddete tanık olan çocuklarda ruhsal davranış bozuklukları ve okulda başarısızlık görülmekte ve ileriki yaşantılarında şiddet uygulamaya eğilimli bireyler olarak yetişerek şiddetten olumsuz etkilenmektedirler. Bu konu yalnızca kadınlar, erkekler ve çocuklar açısından değil aynı zamanda toplumumuzun geleceğinin sağlığı açısından da çok önemlidir. Kişilere yönelik şiddet, bir insan hakkı ihlalidir. Bu nedenle günümüzde bu sorun özel alan sorunu olmaktan çıkarak toplumsal alanda tartışılmakta ve mücadelesi bir devlet politikası olarak kabul edilmektedir. Kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, kadının insan haklarının teminat altına alınması devletlerin sorumluluğundadır.
Aile içi şiddetin önlenmesi amacıyla hazırlanan ve 1998 yılında yürürlüğe giren 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun günümüzün ihtiyaçlarına cevap vermediği görüldüğünden kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin esas ve usulleri kapsayan ve düzenleyen bu Tasarı hazırlanmıştır.
Şiddet eylemlerine maruz kalan kişilere ve aile bireylerine koruma vaat eden bu Tasarının uygulanması aşamasında, şiddet mağdurunun ikinci bir mağduriyet daha yaşamaması adına, temel birtakım ilkelere uyulması zorunluluğu doğmaktadır. Bu bakımdan hizmetin sunulmasında insan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usul izlenmesi, hakkında koruma tedbir kararı verilen kişilere hizmet sunulmasının insan onuruna yaraşır şekilde yerine getirilmesi, hizmetin sunulması ve yürütülmesi sırasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, millî veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılmaması, koruyucu tedbir kararı verilmesi ve uygulanması sırasında hakkında koruma tedbiri verilen kişilerin durumları dikkate alınarak özel ihtimam gösterilmesi, kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, üniversiteler, yerel yönetimler, vakıf, dernek ve diğer sivil toplum kuruluşları, gönüllü gerçek ve tüzel kişiler ile özel sektörün işbirliği içinde çalışması ve bu konuda toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması ve son olarak bu Tasarı kapsamında verilen hizmetin ülke çapında eşit ve dengeli sunulması unsurları hem uluslararası hukuktan hem de Anayasadan kaynaklanan bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu Tasarı öncelikle en temel insan hakkı olan yaşam hakkının korunması, kadın cinayetlerinin son bulması amacıyla kurumların şiddetle mücadelenin her aşamasında aktif rol almasını sağlamayı hedeflemektedir. Yine bu Tasarıda Devletin şiddeti önlemesi, şiddete uğrayanı çok yönlü koruması ve şiddet uygulayan veya şiddet uygulama ihtimali bulunan kişinin, verilecek koruyucu tedbir kararları ile rehabilite edilmesi amaçlanmıştır. Ayrıca, Tasarıda medya organlarına sorumluluk yükleyen yeni düzenlemelere yer verilmiştir. Zira modern medya araçları ve özellikle televizyonun, bireylerin bilgi, kanaat, tutum, duygu ve davranışları üzerinde büyük oranda şekillendirici ve belirleyici bir etkileme gücüne sahip olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Televizyon ile ilgili olarak gerçekleştirilen "içerik analizleri" ve "kanaat-davranış araştırmaları", televizyon programlarının aile, eğitim, iş, yaş ve cinsiyet, doğum ve ölüm gibi birçok toplumsal gerçeklikler konusunda etkilerinin olduğunu, programlarda sergilenen mesajların bireyler üzerinde etki yaptığını ortaya koymaktadır. Öte yandan, medyanın önemli bir bilgi yayma, geniş halk kitlelerini bilgilendirme aracı olma niteliği de bulunduğundan, bireyleri koruma, kuvvetlendirme ve dengeleme amaçları doğrultusunda da çok önemli hizmetler yerine getirebileceği, onların yaşam alanlarına, evlerine kadar taşınan farklı mesajları çok sayıda insana iletebileceği kuşkusuzdur. Medyada defalarca yinelenerek verilen şiddet görüntülerinin, bireylerin beyinlerinin ve kalplerinin derinliklerine işleyerek kalıcı izler bıraktığı özellikle de özdeşim kurma eğilim ve ihtiyacında olan bireyleri derinden etkilediği göz önüne alınmalıdır. Ayrıca toplumsal rollerle ilgili örnek davranış kalıpları ve hayatla ilgili örnek yaşam modellerinin bireylere sunularak yayın yapılması toplumumuzdaki bireylerin kişiliklerine olumlu etki yapacak ve toplumumuzun daha sağlıklı gelişmesine katkı sağlayacaktır.”
6284 sayılı yasanın Zorlama Hapsine ilişkin maddenin gerekçesi ise: “Maddeyle, şiddete uğrayan veya uğrama ihtimali bulunan kişinin daha etkin bir şekilde korunması yönünden hakkında tedbir kararı verilen kişiye, tedbirin ihlali nedeniyle zorlama hapsi verilmesi öngörülmektedir. Zorlama hapsi, diğer bir deyimle tazyik hapsi, bir kişiyi kendisine düşen yükümlülüğün gereğini yerine getirmeye zorlamak amacıyla verilen bir yaptırımdır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (1) bendinde disiplin hapsinin tarifi yapılmakta ve bu tanımlamada disiplin hapsinin sadece sonuçlarına değinilmekte olup, tazyik hapsiyle ilgili olarak herhangi bir tanıma Kanunda yer verilmemektedir. Bununla birlikte, doktrin ve uygulamada da olduğu gibi, bir suç karşılığında öngörülen ceza olmayıp yaptırım altına alınmış bir fiil olması dolayısıyla, niteliği ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla, disiplin hapislerinin sonuçları için geçerli olan seçenek yaptırımlara çevrilememe, ön ödeme uygulanamama, tekerrüre esas olmama, şartla salıverilme hükümleri uygulanamama, ertelenememe ve adlî sicil kayıtlarına geçirilmeme hususları, maddeyle öngörülen zorlama hapislerinde de geçerli olacaktır. Maddede öngörülen düzenlemeye göre, kişi, verilen tedbir kararına aykırı davranması durumunda, fiili suç oluştursa bile, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre hâkim kararıyla üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulacaktır. Tedbir kararının gereklerine aykırılığın her tekrarında, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre zorlama hapsinin süresi artmaktadır. Maddede, zorlama hapsinin toplam süresinin altı ayı geçemeyeceğine dair hüküm bulunmaktadır. Zorlama hapsine ilişkin kararlar, Cumhuriyet başsavcılığınca yerine getirilecektir.” Şeklinde yer almaktadır
2012 yılında aynı iktidar tarafından yürürlüğe konulan 6284 sayılı kanunun genel gerekçesinde “şiddetle mücadele bir devlet politikası” olarak kabul edilmekte ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, kadının insan haklarının teminat altına alınması devletlerin sorumluluğunda olduğu kabul edilmekte idi. Ve aynı zamanda “ kadın cinayetlerinin son bulması” net bir hedefti.
“Geçen sene 315, bu sene ise 107 kadın hayatını kaybetti. Hiç olmasın istiyoruz.”Sözleriyle kadınların canlarını koruyamadıklarını itiraf eden Adalet Bakanı’na soruyoruz; bunu nasıl yapacaksınız? 6284 Sayılı Yasa ile uygulama arasındaki boşluk hızlı bir şekilde büyürken, zorlama hapsinin tanık, delil, duruşma, itiraza konu olmasıyla; yasayı fiilen yürürlükten kaldırarak mı?
EŞİK Platform için hazırlayan Av. Merve Çiftçi Davran
9. Yargı “torbasında” 6284’ü hedef alan değişiklikler yapılacak
6284 Sayılı Yasa’nın içini boşaltma girişimleri devam ediyor. Koruma kararına uymayanların uymasını sağlamak için konulmuş olan “zorlama hapsi” zaten çok ender uygulanıyordu; şimdi tamamen uygulanamaz hale getirilecek. Zorlama hapsi ile ilgili hükmün tanık, delil, duruşma, itiraza konu olması yasanın hayati önemdeki “koruma” işlevini fiilen yürürlükten kaldırmak anlamına gelecek. Koruma kararları etkin uygulanmadığı için kadınlar katledilirken yapılan bu teklifin sadece konuşulması bile potansiyel faillere cesaret verecektir.
9. yargı paketinin 33. Maddesi ile 8/3/2012 tarihli VE 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun itiraz başlıklı 9. Maddesinde yer alan “Bu Kanun hükümlerine göre verilen kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir. (2) Hâkim tarafından verilen tedbir kararlarına itiraz üzerine dosya” şeklindeki maddesinin “Bu Kanun hükümlerine göre verilen kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir. (2) Hâkim tarafından verilen kararlara yapılan itiraz üzerine dosya, ” şeklinde değişmesi öngörülmüştür.
Madde değişikliği gerekçesinde kararın uygulanması ile ilgili “bazı tereddütler” olduğu yer alarak zorlama hapsi yoluna da itiraz yolunun açılacağı belirtilmektedir.
Gerekçede şu ifadeler yer almaktadır:
“Danıştay Onuncu Dairesi’nin 27/04/2023 tarihli ve E: 2020/1521; K: 2023/2252 sayılı ilamıyla, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliği’nin “Hâkim tarafından verilen tedbir kararlarına ve zorlama hapsi kararına itiraz” kenar başlıklı 34 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “tedbir kararlarına aykırılık dolayısıyla verilen zorlama hapsi kararlarına karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir.” ibaresi, 6284 sayılı Kanunda zorlama hapsi kararlarına itiraz edilebileceğine ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmadığı gerekçesiyle iptal edilmiştir.” ve “6284 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasında bu Kanun hükümlerine göre verilen kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebileceği hüküm altına alınmış ve kararlar bakımından herhangi bir ayrım gözetilmemiştir. Diğer yandan, itiraz usulünün düzenlendiği maddenin ikinci fıkrasında yer alan “tedbir kararlarına” ibaresinin maddenin kapsamıyla ilgili bazı tereddütlere yer verdiği gözlemlenmiştir.
Düzenlemeyle, 6284 sayılı Kanun kapsamında verilen tedbir kararları ile hâkim tarafından verilen teknik yöntemlerle takip, zorlama hapsi dahil tüm kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebileceği hususu açıklığa kavuşturularak, uygulamada oluşan tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır.”
Ancak bu gerekçede atıfta bulunulan Danıştay Kararında yasada olmayan bir konunun yönetmeliğine konamayacağını söylenerek zorlama hapsine karşı itiraz yolunun kapalı olduğuna hükmedilmiştir.Danıştay Kararında“Anayasa Mahkemesi'nin 28/11/2013 tarihli, E:2013/119 K:2013/141 sayılı kararında; "... Zorlama hapsi, bir suç karşılığı uygulanan ceza değildir. Zorlama hapsi, hukuki niteliği itibariyle tedbir kararına uyma yükümlülüğünü yerine getirmeye zorlayan ve bu yükümlülüğün ihlali halinde öngörülen bir disiplin hapsidir..." ifadelerine yer verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin Danıştay kararında alıntısı yapılan kararında da belirtildiği üzere, zorlama hapsi, hukuki niteliği itibarıyla tedbir kararına uyma yükümlülüğünün ihlali halinde öngörülen bir disiplin hapsidir. Zorlama hapsine itiraz da mahkemelerin yargılama faaliyeti içinde yer alan bir konudur. Bu nedenle, genel anlamda, mahkemelerin yargılama faaliyeti içinde yer alan bir konunun, idari alanın dışında kaldığının ve münhasıran yasa konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
Dava konusu Yönetmeliğin dayanağı olan 6284 sayılı Yasa'nın sistematiğine bakıldığında da, zorlama hapsinin tedbir kararlarına uyulmaması halinde verileceği, daha açık bir ifade ile, sürecin ikinci aşaması olarak düzenlendiği ve Yasa'da zorlama hapsine itiraz yolunun düzenlenmediği görülmektedir… 18/01/2013 tarihli, 28532 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliği"nin 34. maddesinin 1. fıkrasındaki "tedbir kararlarına aykırılık dolayısıyla verilen zorlama hapsi kararlarına karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir." ifadesinin İPTALİNE,” dair karar verilmiştir.
Zorlama hapsi bir suç karşılığı uygulanan ceza ya da hapis cezası olarak nitelendirilmemiştir; tedbir kararına uyma yükümlülüğünü yerine getirmeye zorlamak amaçlanmıştır. Benzer şekildeki tespitler birçok Anayasa Mahkemesi kararında yer almaktadır. Aşağıda bir örneği sunulmuştur:
Anayasa Mahkemesi'nin 28/11/2013 tarihli, E:2013/119 K:2013/141 sayılı kararında; “Anayasa’nın 2. Maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerine ilişkin kurallar, ceza hukukunun temel ilkeleri ile Anayasa'nın konuya ilişkin kurallarına aykırı olmamak kaydıyla, ülkenin sosyal, kültürel yapısı, ahlaki değerleri ve ekonomik hayatın gereksinimleri göz önüne alınarak saptanacak ceza politikasına göre belirlenir. Kanun koyucu, cezalandırma yetkisini kullanırken toplumda hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunun hangi tür ve ölçüdeki ceza yaptırımı ile karşılanacağı, nelerin ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak kabul edilebileceği konularında takdir yetkisine sahiptir. İtiraz konusu kuralda yer alan zorlama hapsi, bir suç karşılığı uygulanan ceza değildir. Zorlama hapsi, hukuki niteliği itibariyle tedbir kararına uyma yükümlülüğünü yerine getirmeye zorlayan ve bu yükümlülüğün ihlali hâlinde öngörülen bir disiplin hapsidir. Bu nedenle zorlama hapsi, bir hapis cezası olmayıp, şiddet uygulayanı tedbirlere uymaya zorlayarak neticesi ağır suçların işlenmesinden önce suçun önlenmesini amaçlayan bir yaptırım olduğundan ceza kavramı dışında değerlendirilmesi gerekir. İtiraz konusu kuralda, zorlama hapsi yaptırımına bağlanan eylem, tedbir kararına uymama eylemi olup tedbir kararına aykırı davranan kişi kamu otoritesi tarafından verilen bir karara aykırı davrandığı için zorlama hapsi yaptırımı ile karşılaşmaktadır. Kişinin tedbir kararına aykırı davranışı, aynı zamanda bir suç oluşturuyor ise bu durum, hukuk düzeninin koruduğu farklı hukuksal menfaatlerin ihlali sonucunu doğuracağından mükerrer cezalandırmadan söz edilemez. Tedbir kararlarının gereklerine uymaya zorlayarak şiddet mağdurunu etkin biçimde korumaya ve Kanun'un amacını gerçekleştirmeye yönelik itiraz konusu kural, kanun koyucunun takdir alanı içerisindedir ve itiraz konusu kuralın hukuk devleti ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.”
Bu karara itiraz ile duruşma açılabilecek, tanıklar dinlenebilecek ve sonuçta 6284 sayılı yasanın “şiddet uygulayanın tedbir kararlarına aykırı şekilde hareket etmesinin önüne geçme ve caydırıcılık sağlama” amacından tamamen uzaklaşılacaktır. Anayasa Mahkemesi de kararlarında zorlama hapsinin amacının şiddet uygulayanı tedbirlere uymaya zorlayarak neticesi ağır suçların işlenmesinden önce suçun önlenmesini amaçlayan bir yaptırım olduğunu değerlendirmiştir. Yine benzer şekilde Anayasa Mahkemesi tarafından “Mahkemenin Verdiği Zorlama Hapsi Kararı Nedeniyle Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edilmediği”ne ilişkin pek çok karar verilmiştir:
Anayasa Mahkemesi Mustafa Karaca (B. No: 2020/15967) başvurusunda, Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan “Mahkemenin Verdiği Zorlama Hapsi Kararı Nedeniyle Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edilmediği”ne karar vermiştir. Anılan karardaAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı 5. Maddesine atıfta bulunarak "(1) Herkes kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahiptir. Aşağıdaki haller dışında ve hukukun öngördüğü bir usule uyulmadıkça, hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:... b) bir kimsenin mahkemenin hukuka uygun bir karara uymaması nedeniyle veya hukukun öngördüğü bir yükümlülüğü yerine getirmesini sağlamak için hukuka uygun olarak gözaltına alınması veya tutulması;..." maddesinin kişinin bir mahkeme tarafından kanuna uygun olarak verilen bir karara uymaması nedeniyle özgürlükten yoksun bırakılmasına izin verdiği tespiti yer almaktadır. Yine Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."şeklindeki 13. Maddesi ve Anayasa’nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı "Şekil ve şartları kanunda gösterilen bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; … halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz." Şeklindeki 19. maddesinin ikinci fıkrasına yer verilmiş ve “söz konusu tutmanın meşru bir amacının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu bağlamda Kanun'un 13. maddesine göre hakkında tedbir kararı verilen kimse -bu kararın gereklerine aykırı hareket etmesi hâlinde- fiili bir suç oluştursa bile ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre hâkim kararıyla üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulacaktır. Söz konusu zorlama hapsi, hukuki niteliği itibarıyla tedbir kararına uyma yükümlülüğünü yerine getirmeye zorlayan ve bu yükümlülüğün ihlali hâlinde öngörülen bir disiplin hapsidir. Zorlama hapsi, tedbir kararlarının gereklerine uymaya zorlayarak şiddet mağdurunu etkin biçimde korumayı amaçlayan bir yaptırımdır (AYM, E.2013/119, K.2013/141, 28/11/2013). Başvurucu da bu hüküm kapsamında mağdur olduğu belirtilen kadını korumak amacıyla bir mahkeme tarafından verilen tedbir kararının gereklerine uymadığı gerekçesiyle ve mahkeme kararının yerine getirilmesini sağlamak amacıyla tutulmuştur. Dolayısıyla başvurucunun tutulmasının meşru amacı bulunmaktadır.”Anayasa Mahkemesi benzer şekilde, 12.01.2023 tarihli Hasan Arslan başvurusunda da zorlama hapsinin kanuni dayanağı ve meşru amacı bulunduğu için kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine dair karar vermiştir. (Hasan Arslan, B. No: 2020/38449,12.01.2023)
Nitekim “koruma kararının geçerli olduğu beş ay içinde darbedilmesine karşı derece mahkemelerince zorlama hapsi talebinin reddedildiği” Başvurucu Ö.T.’nin 2015/16029 Başvuru Numaralı kararında; Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Şeklindeki 17. Maddesine ve Anayasa’nın“Devletin temel amaç ve görevleri, (…) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”Şeklindeki 5. Maddesine yer verilmiş; “Devletin söz konusu pozitif yükümlülüğü, etkili mekanizmalar kurmak bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal prosedürleri sağlamak, bu suretle yargısal ve idari makamların bireylerin idare ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermelerini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir…. 6284 sayılı Kanun’un 13. Maddesine göre hâkim tarafından verilen koruyucu tedbir kararlarının gereklerine aykırı hareket etmesi hâlinde şiddet uygulayana zorlama hapsi uygulanabilir. Zorlama hapsinin getiriliş amacı şiddet uygulayanın tedbir kararlarına aykırı şekilde hareket etmesinin önüne geçmek ve caydırıcılık sağlamaktır.” Haklı tespitleri yer alarak Anayasa’nın 17. Maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine dair karar verilmiştir.
Uluslararası sözleşmeler, yasalar ve yüksek mahkeme kararlarına dayanan bu hükmün ortadan kaldırılması kadınların yaşam haklarına yönelik saldırıdır. Birçok kadın cinayeti koruma kararına rağmen işlenmektedir. Bunun yüzlerce örneği vardır. Çok uzak değil daha geçen sene sistematik şiddet gören, ölüm tehlikesi altındayken evden kaçıp koruma altına alınan kadın, adresi ismi gizli tutulmasına rağmen erkek şiddetine maruz kalmıştır. Çünkü erkek aleyhine uygulanan koruma tedbirlerine ve bu tedbirlerin ihlal edilip zorlama hapsi cezası verilmesine rağmen yakalandığı yerde hapse atılmamış ve itiraz süresinin sonunda da kadını öldürmeye teşebbüs etmiştir. https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/sistematik-siddete-maruz-kalan-sehriban-bilge-cumhuriyete-anlatti-cok-korkuyorum-2026198
Tedbir kararının ihlal edilmesi nedeni ile zorlama hapsinin yargı paketinde öngörüldüğü şekilde düzenlenmesi sonucunda ne olacağı çok nettir. Koruma kararının ihlaline rağmen zorlama hapsi talebi reddedilen ve bunun sonucunda öldürülen ya da şiddet gören çok sayıda kadın var zaten. Koruma kararının ihlaline rağmen zorlama hapsi için mahkeme tarafından duruşma açılarak ve şiddete uğrayan kadının kamera görüntüleri sunmasına rağmen takdir yetkisi çerçevesinde ihlal olmadığına karar verilip öldürülen kadınlar var.https://www.birgun.net/haber/serdar-semiz-isimli-erkek-canan-semiz-i-katletti-defalarca-sikayetci-olmus-419702
EŞİK Platformu olarak; 20.03.2021 tarihli Türkiye’yi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarma konusunda atılan ilk adım olan Cumhurbaşkanı kararının devletin kadına ve çocuklara karşı şiddetle mücadeleden ve evrensel insan hakları hukukundan vazgeçtiğinin ilanı olduğunu defalarca dile getirmiştik. İstanbul Sözleşmesi ve 6284, Doğu’nun ya da Batı’nın icadı değil, kadınların eşitlik ve yaşam hakkı mücadelesinin bir sonucudur; adı üzerinde kadınların canları ile ilgilidir. Günde en az 3 kadının erkek şiddeti neticesinde öldürüldüğünü hatta bu rakamın iyimser kaldığının herkes farkına varmak zorundadır.
Anayasa Mahkemesi kararını hiçe sayarak 9. yargı paketine “anne ve babanın ayrı ayrı soyadı kullanmaları, çocuk üzerinde olumsuz etkiler doğurabileceği” gerekçesiyle kadınların soyadı hakkını gasp edenler bu “sözde” çocukları koruma hassasiyetini şiddet tehdidi altındaki kadınlar ve çocukları için göstermemektedir. Oysaki ev içi şiddet çocukları doğrudan olumsuz etkilendikleri 6284 sayılı kanunun genel gerekçesinde de belirtildiği gibi tartışmasız bir bilimsel gerçektir.
6284 sayılı Kanunun genel gerekçesinde Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)'a ve Komitenin 19 nolu Genel Tavsiye Kararına atıfta bulunarak devletlerin, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermekle yükümlü kılındığı; kadınların insan hak ve temel özgürlüklerinden yararlanılmasını etkisizleştiren ya da ihlal eden cinsiyete dayalı şiddetin İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 inci maddesi anlamında ayrımcılık olduğu belirtilmiş; Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirgesinde kadına yönelik şiddet, "ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayalı bir eylem uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma" şeklinde tanımına yer verilmiştir.
Gerekçede yer alan tespitlere göre: Son yıllarda başta kadınlar olmak üzere kişilere karşı işlenen şiddet olayları toplumumuzu sarsan boyutlara ulaşmıştır. Her geçen gün yaşanan dayak, işkence ve cinayet gibi şiddet olayları görsel ve yazılı basında izlenmektedir. Bu olaylara daha çok kadınlar ve çocuklar maruz kalmaktadırlar. Kadına yönelik şiddet, en yoğun olarak aile içinde yaşanmaktadır. Şiddet; fiziksel, psikolojik, ekonomik açıdan mahrum bırakma ve cinsel şiddet dâhil, çok çeşitli şekillerde görülebilmektedir. Şiddet mağduru kadınlarda, özgüven eksikliği, kimlik sorunu, toplumsal yaşama katılımda ve kendini ifade etmede sorunlar yaşanmaktadır. Diğer yandan şiddet yetersiz beslenmeye, kronik hastalıkların artmasına, geçici ve kalıcı hastalıklara, kronik ağrılara, anne ölümlerine ve intiharlara neden olmaktadır. Şiddete tanık olan çocuklarda ruhsal davranış bozuklukları ve okulda başarısızlık görülmekte ve ileriki yaşantılarında şiddet uygulamaya eğilimli bireyler olarak yetişerek şiddetten olumsuz etkilenmektedirler. Bu konu yalnızca kadınlar, erkekler ve çocuklar açısından değil aynı zamanda toplumumuzun geleceğinin sağlığı açısından da çok önemlidir. Kişilere yönelik şiddet, bir insan hakkı ihlalidir. Bu nedenle günümüzde bu sorun özel alan sorunu olmaktan çıkarak toplumsal alanda tartışılmakta ve mücadelesi bir devlet politikası olarak kabul edilmektedir. Kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, kadının insan haklarının teminat altına alınması devletlerin sorumluluğundadır.
Aile içi şiddetin önlenmesi amacıyla hazırlanan ve 1998 yılında yürürlüğe giren 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun günümüzün ihtiyaçlarına cevap vermediği görüldüğünden kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin esas ve usulleri kapsayan ve düzenleyen bu Tasarı hazırlanmıştır.
Şiddet eylemlerine maruz kalan kişilere ve aile bireylerine koruma vaat eden bu Tasarının uygulanması aşamasında, şiddet mağdurunun ikinci bir mağduriyet daha yaşamaması adına, temel birtakım ilkelere uyulması zorunluluğu doğmaktadır. Bu bakımdan hizmetin sunulmasında insan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usul izlenmesi, hakkında koruma tedbir kararı verilen kişilere hizmet sunulmasının insan onuruna yaraşır şekilde yerine getirilmesi, hizmetin sunulması ve yürütülmesi sırasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, millî veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılmaması, koruyucu tedbir kararı verilmesi ve uygulanması sırasında hakkında koruma tedbiri verilen kişilerin durumları dikkate alınarak özel ihtimam gösterilmesi, kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, üniversiteler, yerel yönetimler, vakıf, dernek ve diğer sivil toplum kuruluşları, gönüllü gerçek ve tüzel kişiler ile özel sektörün işbirliği içinde çalışması ve bu konuda toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması ve son olarak bu Tasarı kapsamında verilen hizmetin ülke çapında eşit ve dengeli sunulması unsurları hem uluslararası hukuktan hem de Anayasadan kaynaklanan bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu Tasarı öncelikle en temel insan hakkı olan yaşam hakkının korunması, kadın cinayetlerinin son bulması amacıyla kurumların şiddetle mücadelenin her aşamasında aktif rol almasını sağlamayı hedeflemektedir. Yine bu Tasarıda Devletin şiddeti önlemesi, şiddete uğrayanı çok yönlü koruması ve şiddet uygulayan veya şiddet uygulama ihtimali bulunan kişinin, verilecek koruyucu tedbir kararları ile rehabilite edilmesi amaçlanmıştır. Ayrıca, Tasarıda medya organlarına sorumluluk yükleyen yeni düzenlemelere yer verilmiştir. Zira modern medya araçları ve özellikle televizyonun, bireylerin bilgi, kanaat, tutum, duygu ve davranışları üzerinde büyük oranda şekillendirici ve belirleyici bir etkileme gücüne sahip olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Televizyon ile ilgili olarak gerçekleştirilen "içerik analizleri" ve "kanaat-davranış araştırmaları", televizyon programlarının aile, eğitim, iş, yaş ve cinsiyet, doğum ve ölüm gibi birçok toplumsal gerçeklikler konusunda etkilerinin olduğunu, programlarda sergilenen mesajların bireyler üzerinde etki yaptığını ortaya koymaktadır. Öte yandan, medyanın önemli bir bilgi yayma, geniş halk kitlelerini bilgilendirme aracı olma niteliği de bulunduğundan, bireyleri koruma, kuvvetlendirme ve dengeleme amaçları doğrultusunda da çok önemli hizmetler yerine getirebileceği, onların yaşam alanlarına, evlerine kadar taşınan farklı mesajları çok sayıda insana iletebileceği kuşkusuzdur. Medyada defalarca yinelenerek verilen şiddet görüntülerinin, bireylerin beyinlerinin ve kalplerinin derinliklerine işleyerek kalıcı izler bıraktığı özellikle de özdeşim kurma eğilim ve ihtiyacında olan bireyleri derinden etkilediği göz önüne alınmalıdır. Ayrıca toplumsal rollerle ilgili örnek davranış kalıpları ve hayatla ilgili örnek yaşam modellerinin bireylere sunularak yayın yapılması toplumumuzdaki bireylerin kişiliklerine olumlu etki yapacak ve toplumumuzun daha sağlıklı gelişmesine katkı sağlayacaktır.”
6284 sayılı yasanın Zorlama Hapsine ilişkin maddenin gerekçesi ise: “Maddeyle, şiddete uğrayan veya uğrama ihtimali bulunan kişinin daha etkin bir şekilde korunması yönünden hakkında tedbir kararı verilen kişiye, tedbirin ihlali nedeniyle zorlama hapsi verilmesi öngörülmektedir. Zorlama hapsi, diğer bir deyimle tazyik hapsi, bir kişiyi kendisine düşen yükümlülüğün gereğini yerine getirmeye zorlamak amacıyla verilen bir yaptırımdır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (1) bendinde disiplin hapsinin tarifi yapılmakta ve bu tanımlamada disiplin hapsinin sadece sonuçlarına değinilmekte olup, tazyik hapsiyle ilgili olarak herhangi bir tanıma Kanunda yer verilmemektedir. Bununla birlikte, doktrin ve uygulamada da olduğu gibi, bir suç karşılığında öngörülen ceza olmayıp yaptırım altına alınmış bir fiil olması dolayısıyla, niteliği ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla, disiplin hapislerinin sonuçları için geçerli olan seçenek yaptırımlara çevrilememe, ön ödeme uygulanamama, tekerrüre esas olmama, şartla salıverilme hükümleri uygulanamama, ertelenememe ve adlî sicil kayıtlarına geçirilmeme hususları, maddeyle öngörülen zorlama hapislerinde de geçerli olacaktır. Maddede öngörülen düzenlemeye göre, kişi, verilen tedbir kararına aykırı davranması durumunda, fiili suç oluştursa bile, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre hâkim kararıyla üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulacaktır. Tedbir kararının gereklerine aykırılığın her tekrarında, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre zorlama hapsinin süresi artmaktadır. Maddede, zorlama hapsinin toplam süresinin altı ayı geçemeyeceğine dair hüküm bulunmaktadır. Zorlama hapsine ilişkin kararlar, Cumhuriyet başsavcılığınca yerine getirilecektir.” Şeklinde yer almaktadır
2012 yılında aynı iktidar tarafından yürürlüğe konulan 6284 sayılı kanunun genel gerekçesinde “şiddetle mücadele bir devlet politikası” olarak kabul edilmekte ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, kadının insan haklarının teminat altına alınması devletlerin sorumluluğunda olduğu kabul edilmekte idi. Ve aynı zamanda “ kadın cinayetlerinin son bulması” net bir hedefti.
“Geçen sene 315, bu sene ise 107 kadın hayatını kaybetti. Hiç olmasın istiyoruz.”Sözleriyle kadınların canlarını koruyamadıklarını itiraf eden Adalet Bakanı’na soruyoruz; bunu nasıl yapacaksınız? 6284 Sayılı Yasa ile uygulama arasındaki boşluk hızlı bir şekilde büyürken, zorlama hapsinin tanık, delil, duruşma, itiraza konu olmasıyla; yasayı fiilen yürürlükten kaldırarak mı?
EŞİK Platform için hazırlayan Av. Merve Çiftçi Davran